internet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
internet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SEO Uyumlu İçerik Hazırlamak



Son yıllarda üzerine çok konuşulan bir konu oldu SEO uyumlu içerikler. “SEO uyumlu içerik hazırlayabilecek” maddesi olan birçok iş ilanı iş arama sitelerinde kendine yer buluyor. Bazı ilanlar satış/pazarlama, bazıları reklam, bazıları sosyal medya uzmanlığı bazıları ise direkt olarak metin, içerik editörü gibi pozisyonlar için veriliyor.

Peki nedir bu SEO ve SEO uyumlu içerik nasıl yazılır? Ve özellikle yazarken nelere dikkat etmek gerekiyor. Bu yazının esas konusu bu olacak konuya hiç hâkim olmayanlar için yine de kısa bir giriş yapmam gerekiyor.

SEO, Search Engine Optimization yani arama motoru optimizasyonu. Yazdığınız yazıların sahip olacağı belirli anahtar kelimelere sahip olması ile, o konuda yapılan aramalarda daha yukarı çıkmasını sağlayan bir sistem. Anahtar kelimeler, konu ile ilgili yapılan aramalarda kullanılan kelimelerden oluşuyor. Mesela menemen yapmak istiyorsunuz. Google’da veya diğer arama motorlarında (Bing, Yahoo, DuckDuckGo vs.) “menemen tarif” diyorsunuz. Arama motorları size önce aynen içinde bu şekilde, eksiz “menemen tarif” kelimeleri geçen siteleri gösteriyor. “Menemen tarifi” değil. Menemen tarifi içeren sitelerde elbette arama listesinde çıkıyorlar ama, daha alt sıralarda. Çünkü yaptığınız arama ile ilişkilendiriyor arama motoru bu sonucu da. Ama tam aradığınız şey olmadığı için aşağıda çıkıyor. Eğer “soğanlı menemen tarifi” derseniz, bu sefer bunun olduğu sonuçlar yukarıda çıkıyor.

Konular ile ilgili anahtar kelimeleri buradan bulabilirsiniz;

https://ads.google.com/home/tools/keyword-planner/

Peki bu metinleri yazmak kolay mı?

Evet ve hayır. Bazı işler çok kolay. Bazıları çok zor. Kişiden kişiye değişir böyle şeyler. Ama genel olarak bazı zorluklar var. Öncelikle uymanız gereken bir kelime sayısı geliyor. Örneğin sizden 300 kelimelik bir yazı geliyor. Ama 150 kelimede konuyu bitiriyorsunuz. Yazıyı bu şekilde gönderemezsiniz, o 300 kelimeyi tamamlamanız gerekiyor. Benim tercihim, konuyu bitirdiğim zaman göndermek. Benim editörümün söylediği bir şey var “Yazı 200 kelime olacak daha uzun olabilir ama, biz size yine aynı parayı veririz. Daha uzun olması sadece müşterinin işine yarar”. İşte bu yüzden ben bazen 300 kelimelik içerikleri bile 400’ün üzerinde yazıyorum. Çok kesmek gerekiyor, özellikle bilgi istenen durumlarda yanlış anlaşılmaların önüne geçmek gerekiyor, bunun için dikkatli cümleler kurmak gerekiyor.

Bildiğiniz konularsa çok fazla araştırma yapmanız gerekmiyor. Bu sizin eğitim ve meraklarınızla alakalı bir durum tabii ki. Örneğin lojistik, üretim gibi konularda zamanında bir fabrikada satınalma uzmanı olarak çalıştığım için çok uğraşmıyorum.

Yazarken nelere dikkat etmek gerekiyor.

Dil kuralları ve dil kuralları. Ondan sonra da devrik cümle kullanımı. Ben de yazarken çok devrik cümle kullanırım ve bu maalesef çok istenen bir durum değil. Beni zorluyor mesela. Yazım hatalarına dikkat etmenizde de fayda var elbette. Yazdığınız her satırı yazdıktan sonra bir okuyun. Hatta her cümleyi. Sonra anlatım bozukluğu var mı baştan sona tekrar okuyun. Bir yerde önce birinci şahıs, sonra üçüncü şahıs kullanmış olabilirsiniz. Olabilen şeyler bunlar. Dikkat etmek lazım.

Ben yazarken lisanslı Word 365 kullanıyorum. Word’ü övmeyeceğim. Gerçekten çok yardımcı oluyor ama tamamen güvenmemekte gerekiyor zira Word’ün de bilmediği dil kurallarımız var. Bir kelimeye çok fazla ek getirince mesela, Word bunu hatalı olarak algılıyor ve altını çiziyor. Çok uzun cümlelerde sizi uyarıyor. Yeri gelmişken söyleyeyim, 2, en fazla 3 satırlık cümleler kullanmanız tercih ediliyor. Google uzun cümleleri sevmiyor çünkü.


Ayrıca bazen büyük/küçük harf hatalarını da düzeltmiyor.


Word, bazen bulduğu hataları sırayla gösteriyor. “Burada hata var” diyor, düzeltiyorsunuz, “aaaa, yanında da varmış” diyor mesela. 




Daha sonrasında, aşağıdaki görselde göreceğiniz gibi anahtar kelimelerimi ve kaç kere kullanmam gerektiğini belgenin başına yazıyorum. Makalenin kaç kelime olması gerektiği, istenilen ara başlık sayısı ve madde imi kullanımını da belirtiyorum. Madde imi kullanmayı birkaç kez unutmuştum, yazıları baştan derlemem gerekmişti, o yüzden bu önlemi alıyorum. Bu noktadan sonra konuyu bilmiyorsam araştırmaya başlıyorum.


Peki işin ahlaki sorumluluk kısmı… Bu biraz dert. Yapmanız gereken şey firmayı veya konuyu “süper” göstermek. Olmasalar bile. Mesela “bebek masajı” yapan bir yerle ilgili bir yazı gelmişti. Beni çok rahatsız etmişti. Masajdan kastım, evden annenin çocuğuna yaptığından biraz daha farklı bu arada. Firmanın fotoğraflarına falan baktığımda güven duyamamıştım. Ondan dolayı bağlayıcı cümle kurmamak için çok uğraşmıştım mesela. Veya basit bir örnek, aşağıdaki görsel. Şirketin kartvizitinde “her marka beyaz eşya tamir edilir, yedek parçası temin edilir” yazıyordu ancak, bunun pratikte mümkün olmadığını ilk elden tecrübe ettiğimden dolayı, “ediyoruz” demek yerine “mümkün olan” kelimeleri ile, biraz da Kamu Yönetimi bölümü mezunu olmanın verdiği hukuk diline yatkınlıkla, kendi vicdanımı da rahatlattım, belki adamları da mahcubiyetten kurtardım.


Önemli mi? Evet. İnternet zaten kirli bilgi deposu oldu. Kirliliği arttırmanın anlamı yok.

Ne kadar araştırma yapıyorum?

Konuya göre değişiyor. 1000 kelimelik yazıyı 15dk’da yazdığımda oldu, 5 saatte de. Daha önce dediğim gibi, genel kültür, ilgi alanları ve eğitim çok belirleyici bu konuda.

Ne kadar hızlı yazıyorum?

Bilmiyorum:) 10 parmak yazamıyorum, genelde 7 parmak yazıyorum. Sağ elimin baş ve serçe parmaklarını hiç kullanmıyorum yazarken. Kelime veya vuruş bazında da hiç ölçmedim ne kadar hızlı yazdığımı. Ama zaten çok önemli değil. Düşündüğünüz hızla yazabildiğiniz sürece, gerisi önemli değil. Çok sık geri dönüp düzeltme, silme yapmanız gerekebiliyor. Tek parmakla uzun uzun tuş aramıyorsanız klavyede, sorun yok.

Daha iyi yazmam için ne yapmam lazım?

Okumak, okumak ve okumak. Tweet okumaktan bahsetmiyorum. Kitap okuyun. Zevkiniz neyse. Kelime bilginizin, haznenizin gelişmesi lazım. Ondan sonra da yazmak. Şu blog girdilerini yazmak bile bir antrenman mesela. Bol bol edebiyat eserlerini okuyun. Kısa hikayelerde okur, dergilerde yayınlananlar gibi. Yazmayı da ihmal etmeyin.

Korkmayın. Her zaman en zoru ilk cümleyi kurmaktır. Sonrası geliyor. İstenilen konuda yazamıyor musunuz? Konuya istediğiniz yerden girin. Mesela Mirket’lerden nefret ettiğinizden bahsetmeye başlayın. Sonra konuyu yazmanız gereken konuya getirin. Heryıl binlerce Mirket’in araçlar tarafından ezildiği, araçların tekerleklerinin Mirket’lere hiç hoş olmayan şeyler yaptığını, oradan da araba tekerleklerinin yapısına ve piyasadaki en iyi otomobil lastiklerine girebilirsiniz (konunuz buysa tabii). Sonra Mirketlerle ilgili kısmı silersiniz. Müşteriler, lastiklerinin birer Mirket katli makinesi olarak anılmasını, yazarın da Mirket’lerden nefret eden biri olması fikrinden hoşlanmaz.

Umarım bu içerik bu alanda çalışmayı düşünen veya çalışanlara faydalı olur. Veya okuyanlara güzel vakit geçirtir.


Kırmızı + Yeşil? Hiroşima ;(



                Bu sorunun kafamı bu kadar patlatacağını hiç düşünmezdim. Durun, size uzun versiyonunu anlatayım;
                Evvelsi gün, yani Cuma, maaşımı almak için Kızılay’a gittim. 2 aydır alamadığım maaşımı yani. Nihayet maaşımı aldım, bir kısmını kredi kartıma yatırdım, bir kısmıyla içtim ve tabii ki kendime bir maket aldım. Maket Comanche maketi. Amerikan filmlerinde sanki ABD ordusu başka bir şey kullanmıyormuş gibi gösterilen, ama sadece 2 tane prototipi üretilen bir savaş helikopteri. 6 milyar doların üstünde para harcanıp, soğuk savaşın bitmesi sebebiyle iptal edilmiş bir proje. İnternette nasıl boyayacağıma dair bir şeyler aradım. Zira, maketin kılavuzunda bir kamuflaj düzeni yok. Zaten yapılan bir desende yok. Kendim bir şeyler üreteceğim artık. Su-50’ye yaptığım gibi köşeli bir şey yapabilirim.
                Tabii burada kilit noktalardan biri desenin renkleri. Elimde siyah, beyaz, kırmıza ve yeşil renkler var. Benim ihtiyacım olan iki renk daha var ama; sarı ve kahverengi. Kırmızı ve yeşil karışınca hangi renk ortaya çıkıyordu sorusunu kendime çok sordum. Kime sorsam kilitlendi:) Çok enteresan muhabbetler çıktı hatta ortaya. Koca koca, üniversite mezunu insanlar çıkamadık içinden:)
                Şu aralar canımı sıkan şeylerden biri, keşke bütün sorunlarım böyle olsa, tripodumun kaybettiğim kafası. Kesin kaybetmeyeyim diye acayip bir yere koydum, şimdi bulamıyorum. Bazen fotoğraf makinesinde takılı unutuyordum, hep ondan oldu işte. Odamda fotoğraf makinemi ve malzemelerimi koyabileceğim düzgün bir yer ayarlayamadım hala maalesef.
                Dün fotoğraf makinemin objektifinin canına okudum. Kullandığım süper adi UV filtresi sıkıştı objektifte. Vida kısmından kaldı. Youtube dan birkaç arama yaptım, ilk bulduğumu denedim ve durum daha da kötü oldu… Birkaç yöntem daha var, birini denedim, yine biraz hasar verebilecek bir yöntemdi ama pek işe yaramadı galiba. Gerçi, biraz döndürmeyi becerdim ama… Şu satırları yazarken henüz kahvaltı etmemiştim, ettikten sonra saç kurutma makinesi ile ısıtıp öyle deneyeceğim bir de…
Temsili fotoğraf, internette buldum öyle
                Bir kız arkadaşım olsun istiyorum. Az bir şey ilgi alanlarımı paylaşsın istiyorum. Tabii, Excel vs. gibi şeylerle uğraşmasa da olur, anlamamasını anlarım. Ama ne bileyim, beraber fotoğraf çekebilelim… Hatta hoş bir kız olsun, onun güzel güzel fotoğraflarını çekeyim. Bu satırları yazarken aklım öyle yerlere gidiyor ki… Vay be diyorum kendi kendime. Ne bileyim, kıpır kıpır olsun, heyecanlı olsun, mutlu olsun… Bana da bulaştırsın o heyecanını, mutluluğu. O benim yanımda güvende hissetsin kendini, ben onun yanında mutlu olayım, huzurlu olayım. Şiir yazabilsem tekrar, bir şeyler karalayabilsem keşke…
                İlaçlarımı almaya devam ediyorum. Hala yarım doz. Doktor “3-4 gün” demişti ama, ben süreyi uzattım biraz. 1 ay ilaç almayınca, zaten ilaçları almaya başlayınca tam doktorun tam doz almamı söylediği aralıkta çok sıkıntı yaşamaya başladım yine. Sıkıntımı katlamaya gerek yok. Yarın son kez yarım doz alacağım. Ondan sonra tam doza geçiş… Hayatımda değişen bir şey olmayacak işe girene kadar.
                İş arama çabalarımı son 2 gündür çok salladım. Gerçi, tamamen bırakmadım ama, sıfıra yakın oldu. Yaptığım tek olumlu hareket Sera’nın danışmanlık şirketine mail göndermem oldu. Oranın sahibi beni tanıyor. Konuşmuşluğumuz var en azından. Denemekten zarar gelmez. 2 aydır adamın tam adını bulmaya çalışıyordum. İlk adını bilip, yaptığı işi bilip, şirketini bulmak pek kolay olmadı. Aslında kolaydı ama, nasıl yapacağımı düşünemedim. Her şey tecrübe.
                Yıllarca tuttuğum günlüğümü askere gitmeden önce atmıştım. Defterlerimi, her şeyi, neredeyse. Bir tek fotoğraflardan bir kısmı kaldı. İnsan bir şeyi neden atar? Hele ki anılarını? Şimdi o kadar pişmanım ki… Hatırladığım bazı şeyler var. Olaylar var, kişiler var. Anlar var, günler var… Nasıl hissettiğimi hatırlıyorum, her birinde. Ama hatırladığım şeyin sadece bir gölge olduğunu da biliyorum. Acının büyüklüğünü, keskinliğini, mutluluğun, çoşkunun dalgalarının büyüklüğünü, hayal kırıklıklarının soğukluğunu… Hepsini hatırlıyorum. Ama kafama düşen o balyoz hissinin sadece gölgesi var anılarımda. Özellikle şiir defterimi attığım için çok pişmanım. Her ne kadar pek bir şeye benzemese de  yazdıklarım, arada her bozuk saat gibi düzgün şeyler çıkıyordu kalemimden;
                “Gelsen geri, öpsen beni… Tüm sıkıntılar bu iki dudak için değilmiş gibi sanki”
Yazmıştım mesela. Ama harika hafızam gerisini hatırlayamıyor işte. Bu sebepten dolayı da üzülüyorum tabii. İnsan kızıyor kendine…
               
Fotoğraf… Tarih 24 kasım 2012. Mekan… Ya ben bu yerlerin adlarını niye hiç hatırlamıyorum? Karanfil-2’de, Meksika temalı bir yer var işte, orası. Yıllardan sonra ilk kez bir kadınla beraberim. Ara ara bahsediyorum, internetten tanıştığım bayan. Söylediği bazı şeyler hala aklımda. Mesela o benimle tanışmak istemişti, numaramı istemişti “uyumadan önce sesini duymak istiyorum” diyerek… Sıkılmadan çok uzun telefon konuşmaları yapabildiğim bir kadındı. Tek çıktığımız güne ait bir fotoğraf bu. Ben çektim. Öğretmenler günü olduğu için çok yorgundu. Hatta buluştuğumuzda fenalık geçiriyordu. Bir yerde kısa bir süre nefeslendik.Su içirdim, çikolata yedirdim. Çantasını aldım, ağır taşısın istemedim. Centilmenim ya… Sonra buraya geldik. Çok güzel muhabbet ettik. İlk buluşma için güzeldi. O kola içti, ben soda limon ve bira. Sadece bir bira içtim ama. Bu fotoğrafı o esnada çektim. Makinem ile oynuyordu. Orayı burayı çekiyordu. “Bak öyle yapmayacaksın, böyle yapacaksın” diye, çokta baştan savma bu kareyi çektim… Beğendi. Akşam evinin önüne kadar bıraktım. Şımarmasın diye giderken arkama bakmamam sanırım yaptığım en önemli hata idi. Sonra bir daha yüzyüze görüşemedik. İkimizinde işi ve ailevi durumları yüzünden. Ve bir gün bana çektiği sms herşeyi altüst etti; ev arkadaşım ve eski sevgilim birşeyler çeviriyorlar ve bu çok zoruma gidiyor!
                Bana neden bunu anlatma gereği duydu bilmiyorum. Ondan hoşlanmıştım ama ne tepki vereceğimi bilemedim. Bir yerden sonra kavga etmeye başladık. Daha doğrusu bana durduk yerde atarlanmaya başladı. “Ben seninle kavga etmek istemiyorum, sadece sana destek olmak istiyorum, yanında olmak istiyorum” yazdığım son mesajım son oldu… Bu da hala içimde kalan bir başka hayal kırıklığının hikayesi idi. Ondan gerçekten hoşlanmıştım…
Bombanın düşmesi istenen yer, T şeklinde ki görselin oratasında ki köprü
Bu gün 6 Ağustos. Hiroşima’ya atılan, dünyanın ilk nükleer saldırısının 68.yıl dönümü. Tamamen sivillere yönelik olmasından mütevellit, yapılan en büyük terörist saldırı olarakta adlandırabiliriz. Konu ile ilgili twitter ve facebook hesaplarımda şöyle yazdım; “Hiç bir askeri hedef değeri olmamasına rağmen, sadece bombanın yaratacağı tahribatı görmek için atılan ilk atom bombasının Hiroşima'nın üstünde, tam "Barış Köprüsü" üzerinde, gökyüzünde patlamasının yıl dönümü... Bombanın adı "Little Boy", hayatını kaybeden insan sayısı 140.000...”
ABD’nin bu silahları kullanmasının sebebini “eğer Japonya teslim olmasaydı ve savaş devam etseydi, sırf Japonya’nın işgali sırasında bir milyondan fazla asker hayatını kaybedecekti” olarak açıklıyor. Ancak asla söylenmeyen, söylenemeyen gerçek, Japonların bu saldırılardan çok önce ABD hükümetine gayri resmi yollardan ulaşıp ateş kes için çabaladıklarıdır. Ama kazananın yazdığı tarih tabii ki doğru tarih olmak zorunda değil… Kazanan genelde daha çok kan döken, daha vahşi olan oluyor ve düşmanını böyle yaftalayarak kendini haklı çıkarma çabasına giriyor.
Yazıyı bu saldırıları emreden Truman’ın resmiyle bitirmek istiyorum. Tarih hakkında ki kararı umarım çok ağır verir…