Venüs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Venüs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Dünyada hayat var mı?




        
8 Aralık 1990 tarihinde, 9 gezegenin bulunduğu bir güneş sisteminin 3. Gezegeninin 1500km uzağından bir uzay aracı geçiyordu. İlk gözlem ve ölçümlerde gezegenin ana yapısının demir ve kayadan oluştuğu anlaşılmıştı. Ayrıca, gezegeni çevreleyen güçlü manyetik alanın yanında, buna paralel bir radyasyon kuşağı da mevcuttu. Ama gezegeni heyecanlı kılan en önemli şey, ona uzayda yuvarlanan mavi bir misket görünümü veren, yüzeyinin 2/3’ünü kaplayan suydu.
Gezegenin atmosferinde yüksek miktarda nitrojen bulunuyordu. Bunun yanında kaynağı biyolojik süreçler olan oksijen, metan ve azot oksit tespit edilmişti. Bu deliller ışığında, gezegende en azından bitki varlığının, yani yaşamın var olduğu, kesinleşmiş oluyordu. 

         Peki, zeki yaşam? Acaba bu gezegende yaşayan zeki bir canlı türü var mıydı acaba? Öncelikle “zeka” nın ne olduğu ve nasıl tespit edilebileceğini kestirmek zorundayız. Homo Sapiens, yani insan, “zeki” bir canlı olmasına rağmen, çok çok uzun bir süre boyunca tıpkı diğer hayvanlar gibi mağaralarda yaşadı, avcılık ve toplayıcılıkla hayatta kalmaya çalıştı. Bu evrede insanı diğer hayvanlardan ayıran en önemli özellikleri alet kullanabilmesi ve konuşmasıydı. Doğada bu iki özelliğe sahip başka canlılarda var. Bazı maymun türleri Hindistan cevisi kabuklarını kırmak için sivri taşları kullanıyorlar mesela. Ahtapotlar başta olmak üzere birçok canlı, problemleri çözme konusunda çok yetenekli. Bunun yanında, biz anlayamasak ta, başta Yunus ve Balinalar olmak üzere birçok hayvan türü birbirleri ile haberleşmek için ses dalgalarını kullanıyorlar. İnsanın, teknolojisi dışında, bu hayvanlardan çokta farklı yok.

         
Çin Seddi. Alt yörüngeden.
Tabii, bunların hiçbiri, en azından bildiğimiz ve yakın gelecekte sahip olabileceğimiz teknolojik imkanlarla uzaydan tespit edilebilecek şeyler değil. Uzaydan görülebilecek kadar büyük ateş yakılmazsa tabii ki. Veya, bu ebatta bir şey inşa edilmez ise. Çin Seddi’nin, Piramitlerin bile aslında uzaydan gözükmediğini düşündüğünüz zaman, bunun ne kadar zor bir iş olduğunu anlıyor insan.


         Henüz bu seviyedeki bir medeniyetlerin, gündüz veya gece, uzaydan gözükebilecek şehirler kurabileceklerini düşünmek hata olur. Çünkü yüksek miktarda canlının bir arada yaşayabilmesi için, ihtiyaç duyulan kaynakları bir araya getirmek gerekir. Hangi canlı türü olursa olsun, bir toplumun popülasyonu aşırı yükseldiği zaman kaynak yetersizliği, savaş veya hastalıklar sebebiyle o toplumun popülasyonu kaynakların yeterli olduğu seviyeye düşürecektir. “Endüstriyelleşme” adımlarının atılmaya başlandığı 1600lı yılların başlarında Londra’da 250.000 kadar kişi yaşadığı düşünülüyor. 400lü yıllarda yıkılan Roma’da ise, imparatorluğun en parlak zamanlarında 1 milyon kişinin yaşadığı tahmin ediliyor. Bu kadar insanın bir arada yaşayabilmesi, iki dönem için de büyük bir başarı olarak anılsa da, iki şehrin de yine aynı dönemlerde çok geniş çaplı veba salgınlarıyla ve yangınlarla nüfuslarının önemli kısmını kaybettiklerini biliyoruz.

          Bu şehirlerin en büyük özelliği, imparatorluklarının başkentleri ve insan uygarlığının bir dönemler incisi olması. Bu özelliklerini ise, kendilerini “büyük” yapan lanetlerine borçlular. Ticaret.
Henüz endüstriyelleşmemiş, bilim alanında, özellikle sağlık konusunda ilerleyememiş uygarlıkların uzaydan rahatlıkla görülebilecek şekilde şehirler, anıtlar, veya diğer türlü yapı inşa etmesi bu yüzden pek mümkün değil.

           İnsanlar tarafından yazının icat edildiğini düşünülen milattan önce 4000 yılından bu yana, yani 6017 yıl boyunca, sizce inşa edilen en büyük yapı nedir? Sadece ebat olarak düşünmeyin. Cevap sizi büyük ihtimalle çok şaşırtacak. O yüzden, yazının sonunda vereceğim cevabı.

           Tabii ki, bu şekilde bir arayış için, o gezegenin etrafında, hiçbir noktayı atlamadan yapılacak görüntüleme çalışması da yapılması gerekiyor. Bütün gezegenin haritasını çıkarmak yani. Şimdi size garip gelecek bir bilgi vereyim. Şu ana kadar çıkartılan Venüs, Dünya, Ay ve Mars haritaları içerisinde, doğruluk oranı en düşük olanı dünyanın haritası. Bunun sebebi ise, Dünyanın sahip olduğu tektonik plaka hareketleri, iklimi (özellikle buzullar), çok iyi bir çözücü olan suyun gezegenin %70’ini kaplaması ve insanların varlığı.

             Harita oluşturmak için yapılan geçişler gezegene ne kadar yakın olursa, detaylar o kadar az olacak, ancak harita o kadar kısa sürede tamamlanacaktır. Daha detaylı bir harita için ise çok daha fazla vakit harcamak gerekecektir. 

            
Yerleşim birimlerinin, canlıların izlerinin tespit edilebileceği bir görüntü için oldukça detaylı bir görüntüye ve bir o kadar da büyük şansa ihtiyaç var. Zeki yaşamının ağaçlık bir bölgede yer aldığını, ve ağaçların uygarlığın bütün hareketlerini sakladığını bir düşünün. Veya Kapadokya’da ki gibi mağara yerleşimlerini uydu ile tespit mümkün değil. Hatta, biraz daha ileri düşünelim, suyun altında yaşamını devam ettiren bir türün yerleşim alanlarını tespit etmek daha da zor olacaktır. Fakat, su altında ateş yakılamayacağından dolayı, böyle bir türün medeniyet yarışında da ilerlemesi pek mümkün olmayacaktır. Tabii, bütün gelişimlerini DNA manipülasyona üzerine kurmuyorlarsa. Böyle gelişimlere örnek olarak aklınıza Mass Effect oyun serisinden “Leviathan” türü gelebilir. Oyunu oynamayanlar ufak bir araştırma yapabilirler veya benim bunun hakkında bir yazı yazmamı bekleyebilirler ama, nefeslerini tutmasınlar.

            
Medeniyet seviyeniz buysa, sizi uzaydan tespit etmeleri mümkün değil.
Esas konuma dönersem eğer, bir gezegende zeki bir yaşamın anlamanın en kolay yolu, biraz da onlardan yardım almak. Bunun da en kolay biçimi radyo dalgaları. Şu anda dünya üzerinde radyo frekansı ile yayın yapan bütün radyo ve televizyon sinyalleri senelerdir uzaya yayılıyor. Yani nereden baksanız 60 senedir uzaya “insanlar burada yaşıyor!” ilanı veriyoruz.

İşte, zeki yaşamın bulunduğu düşünülen bir gezegene yaklaşıldığı benzer radyo dalgaları tespit edilmez ise, ya gezegende ki yaşam “zeki” değil, ya da henüz “zeki” sayılabilecek seviyeye ulaşmamışlar demektir.

          
İşte, 1990 yılında Galileo uzay aracı da bu radyo sinyallerini tespit ederek bizlere dünyada zeki yaşamın var olduğunu ispat etti.

          Sorunun cevabı ise, elektrik şebekesi. İnşa edilen 10000 nükleer, termik, doğalgaz santrali, baraj, kilometrelerce yüksek gerilim hattı bir araya gelince, inşa edilen en büyük “şey” haline geliyor. Bu şebekenin çok büyük bir kısmının birbiriyle bağlantılı olması, bunu daha da etkileyici hale getiriyor.

Güneş'e ateş eden adamın bilmesi gerekenler.







***Dikkat, bu yazı bazı bilimsel gerçekleri yok saymaktadır.***

Bizim "güneş" olarak isimlendirdiğimiz, evrenin uzak bir köşesinde yer alan, hiçbir özelliği olmayan bir yıldız, kendi işinde gücünde, her zaman ki gibi parlıyordu. Ne dünkünden, ne de geçen haftakinden bir farkı yoktu. Zaten, 5 milyar yaşında olan bu genç yıldız için gün veya haftaların bir anlamı, bizim anladığımız kadarıyla yoktu. Ancak, bu sıcak, parlak, hidrojen topunun etrafında dönen, önemsiz bir demir yığınının üstünde yaşayan bizler için, durum tam tersi.
Andromeda Galaksisi. Samanyolu'nun da buna benzer "Spiral" yapıda olduğu düşünülüyor.

Tamam, ciddileşiyorum şimdi. Zaten hikaye yazar gibi yazmayı hiç sevemedim. Güneşin, galaksi merkezinden 26000 ışık yılı uzaklıkta dönmekte olduğu ve, bu dönüşünü de yaklaşık 250 milyon yılda tamamladığı düşünülmektedir. Yani, güneş şu anda bulunduğu pozisyona daha önce geldiğinde, dünya üzerinde ilk dinazorlar ve memeliler yeni yeni yaşamaya başlıyordu. Ve bir daha aynı noktada olduğunda üzerinde belki hiç hayat olmayacak.
Güneşin rengi aslında beyazdır. Atmosfer sebebiyle sarı görürüz.

Güneşin parlama kuvveti her zaman sabit değildir. Güneşin "solar maximum" ve "solar minimum" ismi verilen 2 mevsimi vardır. 11 yıllık döngülerle, güneşteki lekelerin sayısıyla beraber, güneşin yaydığı enerji miktarı artar veya azaları. Döngünün en yüksek ve en düşük noktaları arasında %0,07, yani binde 7'lik fark olduğu gözlemlenmiştir. Bu muazzam farkın, dünyamız üzerinde ki etkisi, maalesef (maalesefi yazmış bulundum, silmek istemiyorum, demek benim de içimde bir manyak var) ona "sıkmak için" yeterli bahaneyi vermiyor. Zira, güneşten yayılan enerjinin oldukça ufak bir kısmı, 2 milyarda 1', yani %0,00000005 dünyaya ulaşıyor.  Umarım sıfırların sayıları doğrudur.

Dünyamızda, yarı küremizide, sıcaklığın artmasının esas sebebi, eksen hareketi. Bunu uzun uzun anlatmak istemiyorum ama dünyanın yıl içerisinde güneşe doğru eğiminin değiştiğini, güneşi daha fazla alan yarım kürenin daha fazla enerji alarak yaz mevsimine girdiğini söyleyerek özetleyebilirim.

Şimdi, işin eğlenceli kısmına geçelim; Matematik. G3 sabit dipçikli piyade tüfeğinden ateşlenen 7.62 çapındaki merminin namludan çıkış hızı, 800m/s. Yani saniyede 800 metre, bu da saatte 2880km hıza denk geliyor. Güneşin dünyadan uzaklığı 148 milyon km. Yani kurşunun dünyadan güneşe ulaşması 2141,2 gün veya 5,86 yıl sürüyor. Yazının bundan kısmı, işin biraz hikaye kısmı.
Hemen her sağlıklı Türk erkeğinin askerlikte kullandığı silah. G3


Şimdi kurşunumuzun atmosferden çıktığını düşünelim. Düşünelim diyorum, zira, bir cismin atmısferden çıkabilmesi, yani Dünya'nın yerçekiminde kurtulabilmesi için, saniyede 11000km hıza ulaşması gerekiyor. Bu hız, ses hızının 32 katına, G3'ün namlu çıkış hızının ise neredeyse 14 katı. Eğer, herhangi bir cisim, bu hıza ulaşamazsa, eninde sonunda yerçekimine yenik düşüp, uzaya çıkamadan atmosfere geri dönecektir. İster bir kurşun, ister bir füze, isterse uçak olsun.

Kurşunumuzun "bir biçimde" atmosferden çıktığını ve saatte 2880km hızla, güneşe doğru uçtuğunu düşünelim. Karşılacağı ilk gök cismi, dünyamızın biricik uydusu Ay. Ay ile dünya arasında ki mesafe değişiklik gösteriyor. En yakın olduğu zaman 363bin, en uzak olduğu zaman ise 405bin km uzakta. Ortalama 384bin km yani. Kurşunumuzun bu mesafeyi kat etme süresi 133 saat veya 5,5gün. Ayın dünya etrafında ki bir turunun 28 gün sürdüğünü düşünürsek, bu süre içerisinde ay turunun %19'unu tamamlamış olacak. Kurşunun ayı vurması, veya ayın kütlesine kapılması ihtimali pek olası gözükmüyor yani. Nasa'nın Ay'a ilk insanlı uçuşu Apollo 11, Satürn V roketi ile, bu uçuşu 3 günde gerçekleştirmişti.

Universe Sandbox oyunu ile kaydettiğim videoda, Güneş sistemiminizdeki ilk 4 gezegenib önümüzde ki 7 seneki hareketlerini görebilirsiniz.

 

Güneş sisteminde Dünya'mızın ikizi olarak kabul edilen ve ismini Yunan Mitolojisinde ki Afrodit'ten alan sonraki durağımız olan Venüs'ün dünyamıza uzaklığı ortalama 38milyon km. Kurşunumuzun Ay'a olan yolculuğunu hesaba katmazsak, Dünya'dan Venüs'e yolculuğu 549,76gün veya 1,5 yıl sürecek. Bunun karşılığında ise, düşünülenin üstüne Dünya'mız gibi hayat barındırabilecek bir gezegen değil, tam aksine atmosferi asidik, atmosfer basıncının 93 bar, yani Dünya'da ki basıncın neredeyse 90 katı olan bir "cehennem" ile karşılaşacak. 1960'lı yıllarda NASA Ay'a insan göndermeye odaklanmış iken, Sovyetler Birliğinin hedefi Venüs olmuştu. Toplam 16 araçtan oluşan Venera (Rusça Venüs) görevleriyle, Ruslar gezegenler arasında ilk iletişim, başka bir gezegen yüzeyinden ilk görüntü, Venüs yüzeyinden ilk görüntüleri elde etme gibi başarılara imza atmışlardır. Ancak, nedense, NASA'nın Apollo 11 görevi ile "uzay yarışını" kazandığı varsayılıyor.

Günşten önceki son durak olan Merkür'e sürecek yolculuk ise çok daha uzun soluklu, 91bin km. Güneşe en yakın gezegen olan Merkür, tıpkı ayımız, latince ismiyle Luna gibi, yörüngesi kilitlenmiş bir gök cismi. Yani, güneşe her zaman aynı yüzü dönük. Bunun neticesinde, gezegenin bir yüzü kavrulurken, diğer tarafı oldukça soğuk. Eğer, Merkür'ün bir atmosferi olsaydı, bu sıcaklık farkları sebebiyle oluşacak rüzgarlar belki de güneş sisteminde ki en kuvvetler rüzgarlar olacaktı. Güneş sistemindeki diğer gezegenlerin aksine, Güneş tarafından sürekli kavrulan bu gezegen, tıpkı Ay gibi neredeyse siyah beyaz bir görüntüye mahkum kalmış. Kurşunumuzun bunlara tanık olması ise G3'ün namlusundan ayrıldıktan sonra uzayda geçireceği 13316,5 gün veya 3,6 yıl sürecek bir yolculukla mümkün olacak.

Merkür'den sonra, Dünya'da ki herşeyin kaynağı, Güneş... Dünya'dan başlayan 148milyon km yolculuğun son durağı. Merkür'den Güneş yapılacak 57milyon km son bir zıplama. Toplamda 2141,2 gün, 5,86 yıl sürecek yolculuğun son durağı.

Elbette, kurşunumuz, bu, bir çok bilimsel gerçek ve kanunu yok saydığım yolculuğu tamamlayabilse bile, asla ve asla Güneş'e ulaşamayacak. Güneş'e ulaşmadan çok uzun süre önce, 6000 dereceye yakın sıcaklığın etkisiyle eriyecektir.


Benim yok saydığım bilimsel gerçekleri denklemime tekrar eklersem, 2141 gün süreceğini hesapladığım bu yolculuğun tamamen başarısız olma ihtimali oldukça yüksek. Tabii hala kurşunun atmosferden ayrıldığını varsayıyorum. Zira, kurşunun bahsettiğim gök cisimlerinden birinin çekim alanına yakalanıp yoluna devam edememesi çok büyük bir ihtimal. Bunun yanında aynı çekim alanı, kurşunun rotasından sapmasına sebep olabilir. Hızını etkileyebilir. Yolculuğun uzamasına, kısalmasına sebep olabilir. Hatta, kurşunun yönünü Güneş'ten, Güneş Sisteminin dışına bile çevirebilir.

Venüs ve Merkür'ün bilinen doğal uyduları yok. Merkür'ün yörüngesine, Güneş'e olan yakınlığından dolayı, uydu sokmak oldukça zor bir iş olsa da, Venüs yörüngesinde 1970'li yıllardan beri yollanmış uydular hala bulunmakta. Kurşunumuz bunlardan birine de çarpabilir.