Suç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Dünyadaki en acı verici konserve anıtı...

Yaşı benim gibi 30'ların başında olanların çocukluklarından hatırlayabilecekleri dehşet görüntülerinin önemli bir sahnesidir Bosna. Özellikle 1992 yılında başlayıp, 1995 yılına kadar süren Sarajevo kuşatması sırasında haber programlarında sık sık “Sırp keskin nişancılar” kelimesini duyardık. O yıllarda 10 yaşıma yeni girdiğim için tüm bu olan bitene çok anlam veremezdim. Neden insanlar savaşıyorlardı? Neden bir tarafta bir ordu varken, diğer tarafta silahsız kadınlar, çocuklar ölüyordu? Neresiydi bu Bosna Hersek? Neden Yugoslavya'dan ayrılmıştı? Yugoslavya'ya ne olmuştu?
Artık siyaset sahnesinde yer almayan Yugoslavya, 1919 tarihinde, 1.Dünya Savaşından sonra toplanan Paris Antlaşması ile kuruldu. Monarşi olarak yönetilse de, 1943'te Tito'nun yaptığı ihtilalle sosyalist bir yapıya kavuşmuş, bunun yanında birçok sosyalist devlet gibi SSCB şemsiyesi altına girmemiş. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından istila edilen ülkede, Almanlara karşı direniş sırasında farklı etnik kesimler kendi amaçları doğrultusunda çeşitli şiddet eylemlerinde bulunmuşlardır. Buna rağmen savaşın ardından siyasi birliğini korumayı başarmış Yugoslayva.


Joseph Broz Tito (1953 - 1980)


Yugoslavya, 1980 yılında hayata gözlerini yuman diktatörü Tito'nun ardından ekonomik ve siyasi olarak ciddi sorunlar yaşamaya başmış. Bir süre ülkeyi oluşturan bölgelerin liderleri ülke yönetimini sırayla yürüterek siyasi istikrarı sağlamaya çalışsalar da, ekonomik yönden sorunlar aşılamamış. 1987 yılında daha sonraları “Sırp Kasabı” lakabıyla anılacak olan Slobodan Miloseviç ordu içerisinde darbe yaparak ordunun başına geçmiş ve dağılma süreci daha da ivme kazanmış. 1989 yılında bağımsızlık kararı alan Slovenya, 1990 yılında bağımsızlığını ilan ederek, Yugoslayva'nın resmi olarak dağılmasını başlatmış. Yugoslavya Federal Hükümet, Slovenya ve aynı yıl bağımsızlığını ilan eden Hırvatistan'dan federal hükümete ait bütün silahların kendilerine teslim edilmesini talep etmiş. Hırvatistan ve Slovenya'nın bu talebi reddetmesinin ardından, 1 mart 1991 tarihinde Sırp ve Hırvat kuvvetler arasında başlayan çatışmalarla beraber, Yugoslavya iç savaşı patlamış. Bundan sonrası toprak kazanımı ve bölgelerin üstünde etnik hak iddia etmek adına sivil halkın maruz kaldığı katliam ve sürgünlerle devam etmiş maalesef.
Slobodan "Sırp Kasabı" Miloseviç (1941 - 2006)

Araya bir not girmek istiyorum; Yugoslavya, var olduğu dönemde etnik çeşitliliği sebebiyle sıkıntılar yaşayan bir ülke olsa da, Avrupa'nın en büyük ordularından birine sahip olması ve sosyalist ekonomi ile batı tarzı kapitalist anlayışı harmanlayabilmesi açısından önemli bir ülkeydi. Araştırmanızı tavsiye ederim. 

1991 yılında başlayan iç savaşta taraflar arasında çok büyük güç farklılıkları vardı. Slovenya ve Hırvatistan sahip olduğu silahları geri vermemiş, Sırplar ise daha önceden Miloseviç'in yaptığı darbe ile orduyu ele geçirmişti. İşte, Bosnalıların yaşadığı büyük trajedinin en büyük sebebi bu oldu. Kendilerini savunacak doğru dürüst silahları olmadığı gibi, organize olmakta da sıkıntı çekiyorlardı.


6 Nisan 1992 tarihinde Sırp birlikleri, ağırlıklı olarak Bosnalıların yaşadıkları Sarajevo kentini kuşattılar. Modern dönemin en uzun süren kuşatmalarından birine şahit olan halk, uzun süre yiyecek ve ilaç sıkıntısı çekmiştir.

Kuşatma başladıktan sonra, şehrin ihtiyaçlarını karşılayabilme umuduyla yakında bulunan ve Birleşmiş Milletler (UN) kontrolünde bulunan havaalanına tünel kazılmaya başlanmış. Kazılması 4 ay süren bu tünelle beraber nihayet şehrin ihtiyaçları bir nebze karşılanmaya başlanmış. Bütün yazımın konusu da bu, Sarajevo'ya yapılan yiyecek yardımı ve savaş sonrası etkileri.


Sarajevo'da havan topu düşen yerler daha sonra pembe çimento ile doldurularak ufak anıtlara dönüştürülmüş. Bunlara "Sarajevo Gülü" deniyor.




Fakat, hemen konuya girmeden savaş hakkında konuşmaya devam etmek istiyorum. Çatışmalar başladıktan kısa bir süre sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, çatışan bütün taraflar için geçerli olacak bir silah ambargosu ilan etti. Yani hiçbir ülke, kurum, kuruluş taraflara silah yardımı veya satışı yapamayacaktı. Böyle bir kararın olumlu olduğunu düşünüyorsanız eğer, yanılıyorsunuz. Ambargo, güçlü olanın daha da güçlenmesine, zayıfın daha da zayıflamasına sebep oldu o kadar. Şöyle ki, Hırvatlar deniz yoluyla gizlice silah temin edebiliyordu. Sırplar ise zamanında Avrupa'nın en büyük ordularından biri olan ordunun bütün imkanlarına sahiptiler. Bosna tarafı ise zaten çok az silaha sahipken, kaybettiklerini de yenileyemez hale gelmişti. Avrupa'nın ortasında yaşanan bu dram ve katliamı Avrupa ve Dünya sadece izlemiyor, güçsüzün kendisini savunmasını engelleyerek katkıda da buluyordu.

Bosna Savaşı konusundan bahsedip savaş sırasında insanları en çok yaralayan olaylardan biri şüphesiz ki Srebrenitsa Katliamından bahsetmeden geçemeyeceğim . İlk başta Hollanda ve Birleşmiş Milletler için utanç yığını olan bu olay, gündeme hala sıklıkla gelmektedir ve unutulmasına izin verilmemelidir.



Fransız General Bernard Janvier, Yugoslavya'da bulunan Birleşmiş Milletler Kuvvetlerinin komutanı

Kumandan Thom Karremans
Savaş sırasında Birleşmiş Milletler tarafından Yugoslavya'ya gönderilen kuvvetlerin başında Général d'armée Bernard Janvier bulunuyordu. Ülkede “güvenli bölge” olarak ilan edilen 6 bölgeden biri olan, savaş öncesi nüfusu 24000 civarında olan Srebrenitsa'nın savunması ise Kumandan Thom Karremans komutasındaki 600 Hollanda askerden oluşan birliğine emanet edilmişti. Güvenli bölge ilan edilen Srebrenitsa doğal olarak birçok mültecinin akınına uğramış. Hollandalı güvenlik güçleri, şehirde yaşayanların ve mültecilerin silahlarını güvenliğin sağlanması sebebiyle toplamış ve geri vermemiştir. Sırp komutan Ratko Mladiç komutasındaki Sırp birliğinin kente yaklaştığında kentteki mülteci sayısının 60000 civarında olduğu tahmin ediliyor.




Ratko Mladiç
Olayın buradan sonrası dehşet verici. Ratko Mladiç, Hollandalı komutana kenti teslim etmesini, yoksa bombalayacaklarını söylüyor. Hollandalı komutan Karremans, Fransız General Janvier'e durumu aktardığı zaman Generalin verdiği tek emir Sırpların gözünü korkutmak için kentin üstünden 2 jetin uçuş yapmasını emretmek olmuş. Sonrasında ise Hollandalı askerlere geri çekilme emri vermiş.
600 Hollandalı askerin arasından sırayla kentten çıkartılan siviller, çevre arazilerde çeşitli şekillerde öldürülerek yakılmış ve toplu mezarlara “atılmış”.


Şu ana kadar tespit edilebilen kurban sayısı 8732 (2018). Olaylar sırasında görev yapan Hollandalı askerlerin açıklamaları gerçekten kan dondurucu. Açıklamaların hemen hepsinde korumakla görevlendirildikleri insanlara sırtlarını döndükleri için çok büyük bir pişmanlık duyduklarını anlatıyorlar. Gerçekten tüyler ürpertici.


Batının bu göstermelik yardımları elbette bununla sınırlı değil. 44 ay süren Sarajevo Kuşatması sırasında batı tarafından halka yollanan konserve etlerin neredeyse tamamı, Vietnam Savaşında askerlere dağıtılmak üzere hazırlanmış ve son kullanma tarihi 20 yıl geçmiş etlermiş.

Ve daha da enteresanı, bunların önemli bir kısmı domuz etiymiş.

Evet. Başta ABD olmak üzere batılılar müslüman bir halka yiyecek yardımı yapmak adına onlara son kullanma tarihi geçmiş domuz eti gönderiyorlarmış. 12000 uçuşla 160.000ton yiyecek ve ilaç gönderilmiş olmasına rağmen, batının savaşa nasıl bir gözle baktığını yeteri kadar anlatıyor belki de.

Sarajevo içinden, şehir dışındaki BM'in yönetimindeki havaalanına kazılan 800 metrelik tünel ile sağlanan bu yardım, sivil halkın dayanmasını sağlayan tek kaynak olmuş.

Savaştan sonra yapılan bir heykelle Bosnalılar bu absürdlüğü ölümsüzleştirmek istemişler. 2007'de ICAR konserve eti için bir anıt bile dikilmiş. Toplam yüksekliği 2 metre olan ve Nebojsa Seric Shoba tarafından hazırlanan anıtla, gelen her yardımın, yardım olmadığını unutulmamasını istemiş Bosnalılar. Bir çok Bosnalının söylediği “Eğer bir kuşatma daha olursa, İCAR konservelerinden yemektense ölmeyi tercih ederim” cümlesi ise zaman içerisinde slogan haline gelmiş.


Ufak bir not daha. Silah ambargosunu aşmak için Boşnaklar Kolombiya uyuşturucu karteli ile bağlantıya geçip, kendilerine silah kaçırmalarını istemişler. Bazı insanlar Kolombiyalıların Sarajeyo'nun kurtuluşu için BM'den daha fazla çalıştığını esprili bir şekilde dile getiriyor.

Srebrenitsa Katliamının sorumlusu, “Bosna Kasabı” Ratko Mladiç savaştan sonra soykırım suçundan yargılandı ve müebbet hapse çarptırıldı. Slobodan Miloseviç ise yargılanması sona erip ceza almadan tutuklu bulunduğu Lahey'de, hücresinde (Hollanda) öldü.

Geri çekilerek yüzlerce sivili Sırplara hediye eden Fransız General ve Hollandalı Kumandan ve askerler için ise soruşturma açılmadı.

Katliama katılan sırp askerler ise ülkelerinde özgürce yaşamaya devam ediyorlar.
  • Yazıda esas bahsetmek istediğim konu konserveler için yapılan anıttı ancak yazmaya ve araştırmaya devam ettikçe yazımın içeriği çok değişti. Sarajevo Kuşatması ve Srebrenitsa Katliamı ayrı ayrı ele alınması gereken insanlık dramları aslında. İnternette bu konular hakkında çok farklı fikir ve bilgiler bulabilirsiniz.

Van Gogh müzesi soygunu.

“Resim” denince akla gelen birkaç ikonik isim var. Bu isimleri resim sanatıyla hiç ilgilisi olmayan insanlar bile bir biçimde duymuşlardır. Rembrandt, Da Vinci, Frida Kahlo, Picasso, Van Gogh ilk anda hiç düşünmeden hemen herkesin sayabileceği isimler. Sanatta sadece yapıtları değil, kişilikleri ile de iz bırakmış, yeri gelmiş çok geniş kitleleri yönlendirmiş kişiler bunlar. Bazı insanlar için bu sanatçıların eserlerini izlemek, gözlerine ziyafet çektirmek yetmiyor. Bazı insanlar bu eserlere sahip olmak istiyor. Belki sadece maddi sebeplerle, belki de onlardan bir parçaya sahip olurlarsa kendilerini bu sanatçılara daha yakın hissedebileceklerini düşündükleri için. Veya sadece sahip olabileceklerini diğer insanlara göstermek için. Nedenleri çok önemli değil.

Tarihimiz boyunca sanat hırsızlıkları büyük ses çıkarmıştır. Ama çalınan eser ne kadar değerli ve ünlü, ki biri diğerini izler her zaman, Mona Lisa’da olduğu gibi, o kadar büyük ses getirir halk arasında. Özellikle, çalınan eser o halk için çok şey ifade ediyorsa.

Vincent Van Gogh, Hollanda halkı için çok değerli bir kişi. Sadece ürettiği eserleri ile gurur duydukları bir sanatçı değil, kendisinden sonra gelen ressamlara örnek olmuş, kendisinden önce ortaya çıkan akımlara, kalıplara baş kaldırmıştır. Fakat birçok kişi onu “kulağını kesen ressam” olarak bilir. Benim aklımda ise, madenlerde papazlık yapması ve yaşadığı her aşk acısıyla biraz daha dünyadan uzaklaşan bir insan olarak yer alıyor kendisi.

Hayatı boyunca sadece 1 adet tablosu satılan Van Gogh’un anısına 1973 yılında Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da bir müze açıldı.


Daha önce Mona Lisa’nın çalınması ile ilgili bir yazı hazırlamıştım. Geçenlerde benzer bir soygunun çok daha yakın bir tarihte Hollanda’da bulunan Van Gogh Müzesinde de yaşandığını öğrendim. Soygunun basitliği, güvenlik görevlilerinin bir şey yapamaması, modern suçla savaş yöntemlerinin başarısını ve aynı ölçüde başarısız olmalarını görmek, konu hakkında beni heyecanlandırdı. Konu Van Gogh gibi bir sanat devi de olunca, kendimi tutamadım. Araştırdım. Ve sonrada bu yazıyı yazmaya cesaret edebildim.

Octave "Okkie" Durham
Hırsızlığın “kahramanları” Octave Durham nam-ı diğer “The Monkey” yani “maymun” ve ortağı Henk Bieslijn. Van Gogh müzesine girip, 2 tabloyu alarak çıkmaları 3 dakika 40 saniye sürmüş. Yani 220 saniye.

Ekip, ellerindeki merdiveni müzenin duvarına dayayıp, çatıya tırmanıp, camı balyoz ile kırarak müzeye giriyor. Camı kırdıkları anda alarmlar çalmaya başlıyor. İkili, camda açtıkları delikten geçmeden önce, çıkmaları için bir ip bağlamayı ihmal etmiyor. Delikten geçerken kafalarından düşen şapkaları ve kar maskelerini vakit kaybetmemek için umursamıyorlar. Seçtikleri eserler ise ressamın 1882 yılında yaptığı "View of the Sea at Scheveningen" ve 1882-1884 yılları arasında yaptığı “Congregation Leaving the Reformed Church in Nuenen”. Durham ve Biesjin’in bu iki tabloyu seçmesinin sebebini Durham, “müzeye girdikleri noktada, kendilerine yakın olan en ufak 2 tablo” olmaları olarak açıklamış.

Müzenin güvenlik görevlileri, alarmlar çalar çalmaz hırsızların bulunduğu yeri tespit edip hemen ulaşmışlar ama, burayı çok seveceksiniz, müze güvenlik görevlilerinin bu olaylara müdahele etmesi yönetim tarafından yasaklandığı için, hiçbir şey yapamamışlar. İkili, tabloları aldıktan sonra, daha önce sarkıttıkları ipten tırmanıp, merdiveni kullanmayı gerek görmeden atlayarak müzeden çıkıyorlar.

Octave Durham bu anları, “polisler geldiği zaman daha müzeden ayrılmamıştık. Polislerin yanından geçerken, radyo konuşmalarından beni aradıklarını duyabiliyordum. Aradıklarının benim olduğumu bilmiyorlardı. Önlerinden geçerek oradan uzaklaştık” diyerek anlatıyor.

Octave Dunham, eve vardığı zaman deniz manzarası resmini çerçeveye bağlayan klipsleri tuvalete, çerçeveyi ise bir kanala atmış.

Cor van Hout (soldaki)
Octave, eserleri serbest piyasada satamayacağı için, yer altı dünyasından yardım istemiş. 1983’te bira devi Alfred H. Heineken’i kaçırmaktan hüküm giyen Cor van Hout ile anlaşan, Octave’ın şansı yerinde gitmemiş. Satışın gerçekleşeceği gün van Hout vefat etmiş.

Müzenin küratörü Nienke Bakker, soygundan sonra “Gerçekten çok kötü bir gündü. Hırsızlıklar her zaman travmatik olaylar ama, müze ve barındırdığı eserlerin bütün bir topluma hatta dünyaya ait olduğunu düşününce, hele ki böylesine barbarca bir şekilde, travmanın şiddeti daha da artıyor” açıklamasında bulunmuş.

Daha sonra Octave ve Henk, o zamanlar Amsterdan’da marihuana satan Raffaele Imperiale ile bağlantıya geçmiş. İki tablo için 350.000 Euro’ya anlaşılmış. Bugünün kuruyla aşağı yukarı 2milyon 500bin lira yani. (Nisan 2020 kuru) 2 Van Gogh için, bedavadan biraz pahalı. Daha sonra mahkemede Imperiale’nin avukatı savunma olarak, Imperiale’nin tabloları alırken çalındıklarını bildiğini ancak “kendisinin sanata çok önem verdiğini” ve “çok iyi bir anlaşma olduğu” için aldığını belirtmiş.

2002 model Mercedes E320


Hırsızlarımız bu parayı aralarında eşit paylaşmışlar ve 6 hafta gibi bir sürede harcamışlar. Octave Dunham “motorsikletler, Mercedes E320, kız arkadaşım için elbise ve pırlantalar ve elbette New York gezisi” olarak özetlemiş.

Bu harcamalar polisin işini kolaylaştırmış. Zira, ilk günden beri şüpheliler arasında yer alan Octave Dunham’ın telefonları dinlenmeye başlanmış. Hatta, göz altına almak için dairesine bir baskında düzenlenmiş. Ancak Octave Dunham dairesinin diğer tarafından “tırmanarak” kaçmayı başarmış. Lakabının hakkını vermiş yani; Maymun. Ve ilk fırsatta Marbella, İspanya’ya kaçıyor.

Polis yaptığı aramada tabii ki tablolara ait bir iz bulamamış. Tabloları alan Raffaele Imperiale, tabloları İtalya’ya kaçırıp orada gizliyor.

Raffaele İmperiale, Dubai


2003’ün Aralık ayında nihayet polis tarafından yakalanıyor Octave. Ve ceza evine konuyor. Octave ve ortağı müzede bıraktıkları şapka ve kar maskesinden elde edilen DNA delilleri ile 4 yıl ve 4 yıl 6 ay hapse mahkûm ediliyor ama sadece 25 yatıyor. 2006 yılında hapisten çıkan Octave, başarısızlıkla sonuçlanan bir banka soygunu sonrası tekrar demir parmaklıklar arkasında buluyor kendini. Hapisten çıktıktan sonra, 2013 yılında, hala tamamen masum olduğunu iddia etse de, müze yetkililerine tabloları tekrar ele geçirmeleri için yardım edebileceğini, onlar için tabloları satın alabileceğini söylüyor. Tabii müze yetkilileri bu teklifi reddediyorlar.

Tüm bunları dışında, bu iki eser serbest piyasada hiç satışa çıkmadığı için belirli bir değerleri yok, en azından Lidyalıların icadı para bazında. Çalınan tablolar;

View of the Sea at Scheveningen


Congregation Leaving the Reformed Church in Nuenen


2015 yılında Octave, hala tamamen masum olduğunu iddia ederken, bir doküman yapımcısı ile suç hayatından ve bütün borçlarını ödemeye (E320’yi hatırladınız değil mi?) yetecek bir meblağ karşılığında yardım etmeyi teklif ediyor.

Daha sonradan bu belgeseli çekse de, belgesel yapımcısı ücret ödenmediğini açıklamış.

Uzun bir süre hiçbir suçu ve iddiayı kabul etmeyen Octave, yine aynı belgeselde “Müzeye, sanata karşı özel bir ilgim olduğu için girmedim, Sadece yapabildiğim için girdim. Bir hırsız bunu yapar.” açıklamasında bulunuyor.

İtalyan finanslar suçlar şubesinin çabaları neticesinde, tablolar Napoli’de, meşhur Pompei yakınlarında ele geçiriliyor. Tablolar Camorra suç örgütünün bir üyesi olan, Raffaele Imperiale’nin annesinin Pompei yakınlarında bulunan evine saklanıyor. İtalyan polisinin yaptığı aramada, duvarlardaki gizli bölmeler ve arazide değeri 20 milyon euro’yu geçen tarihi eser, nakit ve tablolar ve ufak bir uçak ele geçiriliyor. Tarih 30 Eylül 2016.

Polisin buraya odaklanmasının sebebi ise, Raffaele Imperiale’nin Dubai, İspanya ve Man Adalarında uyuşturucu trafiğine karışması. Buralarda yapılan tutuklamalar, bilmecenin parçalarının tamamlayarak, cevabın Pompei’de olduğunu göstermiş polislere. Özellikle Mario Cerrone isimli bir tanık, ifadesinde, tabloların yerini tam olarak anlatmış.

2013-2014’te, Raffaele Imperiale yasal olarak işlettiği inşaat işleri için Dubai’ye gitmek için Hollanda’dan ayrılmış ve burada uyuşturucu ticareti suçundan tutuklanarak yargılanmış, 20 yıl hapis cezasına çarptırılmış.

Bütün bunlar olup biterken, Octave Dunham suç hayatına nokta koymuş, müzisyen olan kızına asistanlık ve şoförlük yapmaya başlamış.

View of the Sea at Scheveningen resminin sol alt köşesindeki ufak hasar dışında, Octave çatıdan atlarken oluşan hasardan, başka bir hasar olmaması, müze yetkilileri tarafından mucize olarak tanımlanmış. Ve nihayet eksik 2 Van Gogh, müze duvarında yerlerini tekrar almış.


Konuyla ilgili internette müze yetkililerinin, polislerin, sanat yorumcularının oldukça fazla yorumu ve açıklaması var. Ancak ben bunların hiçbirine değinmek istemedim. Yazıya sanat ve suç olarak yaklaşmak istedim. Yoksa müze yetkililerinin durumdan hoşnut olmadıklarını, eleştirmenlerin özellikle müze güvenliği sebebiyle yetkilileri eleştirdiğini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Sanat eserleri sadece biçilen maddi değerleri kadar değerli değiller. Bunun en güzeli örneği, yapılan onlarca replikaları, çekilen fotoğrafları ve kopyaları.

Eğer yazımı buraya kadar okumuşsanız, sizden Van Gogh’un hayatını şöyle bir yarım saat araştırmanızı rica ediyorum. Türkçe çok güzel kaynaklar var. Bir sanatçının hepimizin yaşadığı şeylere nasıl tepkiler vererek bu kadar güzel eserler ürettiğini anlamanızı rica ediyorum.

Eğer ilgilenirseniz, Mona Lisa’nın çalınması hakkında ki yazımın linkini aşağıda bulabilirsiniz.

Okuduğunuz, vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

https://arasinadasi.blogspot.com/2017/11/mona-lisa-neden-bu-kadar-degerli.html


Mona Lisa neden bu kadar değerli?



                
                Öncelikle bu yazı “Mona Lisa’nın Sırrı” gibi bir içeriğe sahip değildir. Böyle şeylerin peşinde koşan insanlar, bir noktadan sonra her yerde görmek istediklerini görmeye başlıyorlar. Ve bu biraz paranoyaklık. Ben bu yazıda nasıl oldu da bir resim 790 milyon dolar değere sahip oldu, onu anlatacağım.

                Mona Lisa hakkında bu güne kadar yazılmış onlarca makale, kitap var. 

                Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’ya 1503 veya 1504 yılında çizmeye başladığı tahmin ediliyor. Tablonun tamamlanma tarihi ise 1517. Yani, kimliği hakkında onlarca tahmin bulunan modelimizin 14 sene boyunca modellik yaptığını düşünebiliriz. Hayır, bu salaklık olur tabii ki. Leonardo, tabloyu “boyamaya” başlamadan önce eskizleri üzerinde çalışmıştır. En sonunda, tuval üzerine desenini çizdikten sonra, boyama kısmına geçmiştir. Etrafta dolaşan “Mona Lisa’nın Sırrı” başlıklı birçok yazının da dayanağını oluşturan kısım bu aşamadır. Bunların temelinde de 19.yy’da yaygınlaşmaya başlayan Sembolizm hareketidir. 

                Desen dendiği zaman, aklınıza halı deseni gelmesin. Aşağıdaki adresten resimde desen konusunda birçok örnek bulabilirsiniz (reklam falan almadım, kurs yöneticilerinin linki verdiğimden de haberleri yok)


                Keşke zamanında kendi çizdiğim desenleri saklasaymışım. Çok kötüydüler ama, yabancılara muhtaç olmazdım:)

                Kağıt üzerine “kompozisyon” yerleştirildikten sonra, desen kısmına geçilir. Ve bu kompozisyonun yerleşimi konusunda uyulması gereken bazı matematiksel kurallar vardır. Eğer bunlara uyulmaz ise göz, resimde “hoşuna gitmeyen, ters bir şeyler” sezer. 

                Kısacası Mona Lisa bir tablo haline gelmeden önce bir eskiz, sonra bir desen haline gelmiştir.Sonrasında da büyük bir emekle bugün Louvre müzesinde sergilenen eser haline gelmiştir.

Mutlu son.


               
















                                                                       Siz öyle sanın.

                Mona Lisa’nın bu kadar ünlü bir sanat eseri olmasını sağlayan sebeplerin arasında, onun bir dâhinin eseri olması alt sıralarda yer alıyor. Mona Lisa’nın ünlü olmasını sağlayan şey, onun bin bir türlü felaketten, birçok yara alsa da, sağ çıkması. Başına bu kadar olay gelmesinden dolayı, üstüne bu kadar çok yazı, makale yazılmıştır. Bunların önemli bir kısmı ise, eseri kullanarak kendi ismini duyurmak isteten kişiler tarafından yazılmıştır (lütfen beni dava etmeyin). 14 senede çizilen bir tabloda yer alanan kadının sağlık ve ruh durumu hakkında makale yazmanın başka bir anlamı olmamalı.

                Mona Lisa’nın macerası 1513 yılında Giuliano de Medici ile başlıyor. 1518 yılında ise Fransa Kralı 1.Francis’e satılıyor. 16.Louis Fontaineblau sarayından Versay Sarayına taşınınca, Mona Lisa’da kendisine yeni bir duvar bulmak için yola çıkıyor. Fransız Devrimi sırasında hasar görmeyen eser, şimdiki evi olan Louvre müzesine teslim edilse de, Napolyon iktidara gelince kendi odasına asılması için Tuileries Sarayına taşıttırıyor.

                1870-1871 yıllarında Fransa – Prusya, eski Almanya Savaşı sırasında bir çok değerli eserle beraber Brest Arsenal isimli askeri bölgede korunmaya alındı.

               
Fransızcam yok ama, tablo ile ilgili bir haber işte.
Tabloya sansasyonel ününü kazandıran olay ise 1911 yılında 30 yaşında, Paris’te yaşayan İtalyan milliyetçisi Vincenzo Peruggia tarafından Louvre Müzesinden çalınması. Vincenzo Peruggia, öğlen vakti geldiği müzede resmi duvardan alıp, tuvalette çerçevesinden ayırmış, çeketinin içine koyduğu resimle beraber ön kapıda yakalanmaktan korkup, bodrum katına inmiştir. Çıkış için gözüne kestirdiği kapının kilidini yanlışlıkla bozan Vincenzo panikten bayılacak haldeyken, gelen bir müze görevlisi hiç şüphelenmeden kapıyı onarmış, hırsızımız güvenliğe uçmuştur. Resmin çalındığı ertesi gün, resmin replikasını yapan ressam Louis Béroud tarafından farkedilmiş ve güvenlik görevlilerine haber verilmiştir. Resmin çalındığını çok geç anlaşılmasının sebebi ise, müze görevlilerinin resimleri plansız ve güvenlik görevlilerine haber vermeden fotoğraf çekimi, bakım ve diğer işlemler için alıyor olması. Çok profesyonelce. Hırsızlığın ardından Louvre soruşturma sebebiyle 1 hafta ziyarete kapatıldı.

                Vincenzo’nun şansı bununla da bitmiyor. Fransız polisinin modern suç araştırmanın ilk örneklerinden olan soruşturması sırasında, en büyük şüphelilerden biri Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso(kopyala yapıştır yaptım). Kısaca ünlü ressam Picasso. Fransız polisi ,aynı tarihlerde Paris’te yaşayan Picasso’nun, kıskançlıktan dolayı tabloyu çaldığından şüpheleniyordu. Bu konu üzerine yazılmış bir sürü yazı, kitap bulabilirsiniz. Mona Lisa çalınmadan önce de çok ünlü bir sanat eseriydi. Ancak, hırsızlıktan sonra resmen bir çılgınlık haline geldi. İçlerinde Vincenzo’nun da buluğu birçok İtalyan Mona Lisa’nın İtalya’ya iade edilmesi gerektiğini düşünüyordu. 

               
Vincenzo Mona Lisa’yı 2 sene sandığında sakladıktan sonra, İtalya’ya dönmeye karar verir. İki sene içerisinde polis tabloyu artık bulamayacağını düşünmeye başlamış, bazı gazeteler arada sırada yeni zenginleşen Amerikalıların Fransız kültürüne bu şekilde saldırıp yaralamaya çalıştığını yazdılar. Vincenzo’nun aklında olan ise, artık Mona Lisa’yı paraya çevirmekti. Bu amaçla Floransa’da sanat galerisi işleten Alfredo Geri ile iletişime geçti. Vincenzo’nun yapmak istediği aslında resmi bir zengine veya müzeye satmak değil, ülkesine tekrar kazandırdığı için ödül almaktı. Alfredo Geri, resmin orijinal olup olmadığını teyit ettirmek için Uffzi Müzesi Direktörü Giovanni Poggi ile iletişime geçti. Poggi, resmi “kendi korumasına” aldıktan sonra Vincenzo tutuklandı ve cezaevine konuldu. Resim bir süre İtalya’da sergilendikten sonra 1914 içerisinde tekrar Louvre’a döndü. Tablonun dönüşü, basında  çalınması kadar yer buldu.
Vincenzo diyip durdum ama, tam ismini yazmaya üşendim

                Vincenzo, İtalyan mahkemelerinin “kıyağı” ile 6 ay hapiste kaldıktan sonra salındı. 1. Dünya Savaşında İtalyan ordusunda savaştı. Savaştan sonra ismini Pietro Peruggia olarak değiştirip Paris’te boyacılık yapmaya devam etti. 8 Ekim 1925 tarihinde hayatını kaybetti. Ölümü hiçbir gazetede yer almadı. 

                1956 yılında üstüne asit ve taş atılan Mona Lisa 1974 yılında kurşun geçirmez cam ile koruma altına alındı. Aynı yıl bir kadın Mona Lisa’yı sprey boya ile kırmızıya boyamaya çalıştı. 2009 yılında ise Fransız vatandaşlığı başvurusu reddedilen bir Rus kadın, tablonun Tokyo’da sergilendiği sırada seramik bardakla saldırdı. Kurşun geçirmez cam iki saldırıda da tabloya zarar gelmesini engelledi. Tablo 1962 yılında 100 milyon dolar bedeliyle sigortalandı. Görmek isteyenler Leonardo Da Vinci’nin çizdiği ikinci Mona Lisa’yı Paris’te ki Louvre müzesinde ziyaret edebilirler. Evet, ikinci.

                Pek paylaşılan bir bilgi olmasa da, iki adet Mona Lisa tablosu vardır. Evet, bundan sonra biraz da ben spekülasyonlara katılıyorum.  İsleworth Mona Lisa olarak anılan ilk Mona Lisa, 1913 yılında ortaya çıkmıştır. 2012 yılında Mona Lisa Vakfı tarafından geniş çevrelere duyurulmuştur. Şu an özel koleksiyonda olup, sergilenmesi yapılmamaktadır. Resmin, ikinci Mona Lisa gibi resmi kaydının bulunmaması, bunun yanında hep özel koleksiyonlarda yer alması tarihi araştırmayı çok zorlaştıran bir etken. Fakat, sanat uzmanlarının yaptıkları incelemelerde, tablonun Leonardo’nun olduğu konusunda genel bir konsensusa varılmıştır.
Soldaki II Mona Lisa, sağda ki I Mona Lisa ve ya İsleworth Mona Lisa.

            Leonardo Da Vinci gibi yaratıcılık konusunda zamanının çok ötesinde, insan kapasitesinin sınırlarını zorlayan birinin ölümüne yakın “hiçbir çalışmasını bitirmemekten” yakınması ise, “çalışkan olan” bir çok insana örnek olmalı.