16.yy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
16.yy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

V for Vendetta maskesi


            Hatırla, hatırla... Kasımın 5'ini hatırla...

            Taksim Gezi Parkında ki ağaçların kesilmesini engellemek için yapılan oturma eyleminde zabıtaların protestoculara saldırmasıyla alevlenen Gezi Parkı olayları hepimizin hafızasında. Saman alevi gibi yayılmıştı olaylar. Ve bir anda hükümetin icraatlarından memnun olmayan her çevreden insan gösterilerde kendilerine yer bulmuştu.

            Gösteriler sırasında yüzlerini kapatmak isteyen birçok protestocu, “V for Vendetta Maskesi” denilen, maskeden takıyorlardı. Beni çok eğlendiren bu tanım hakkında arkadaş ortamlarında çok konuşmuştum, şimdi de yazmaya karar verdim.

            Dünya gündemine 2005 yılında vizyona giren, başrollerinde Natalie Portman ve Hugo Weaving’in bulunduğu V for Vendetta filmi ile oturan bu maske, 1982 yılında yayınlanmaya başlayan aynı isimli çizgi romanla hayat buldu. Yaratıcılık konusunda ciddi sıkıntıları bulunan ve çizgi roman ve (hiç sevmediğim bir tanım olan) video oyunu uyarlamalarıyla seyirci çekmeye Hollywood’un V for Vendetta’yı keşfetmesi de uzun sürmemiş. Ve, ilginç bir biçimde, filmde yaşanan olaylar (çizgi romanı okumadığım için, film üzerinden yorum yapıyorum) geçmişte yaşanan bir olayı, 1605 yılında ortaya çıkartılan “Gunpowder Plot” (Barut Komplosu) sunu işliyor. Maskeye yüzünü işleyen kişi ise, komplonun da yüzü olan, filmde “V” karakteriyle hayat bulan Guy Fawkes. Komplonun temelleri ise özgürlükten ziyade, dine dayanıyordu.



İngiltere tarihinde Katolik ve Protestan inançları arasında yaşanan çekişmenin en önemli sebeplerinden biri siyasi güçtü. Az sonra okuyacaklarınızın hepsi 16yy’da İngiltere Kralı 8.Henry’nin (1491 - 1547) Vatikan’ın İngiltere üzerindeki azaltması ve metresi Anne Boleny ile evlenebilmesi için eşi Aragornlu Catherine’den boşanabilmesi için Angelikan Kilisesini kurmasıyla başlıyor. Bu hareketi aynı zamanda “İngiltere Reformu” olarakta geçer. İçinde hem din, hem siyaset hem de aşk olan bir konu olarak tahmin edebileceğiniz gibi oldukça karmaşık bir konu. Konu ile ilgili Başrolünde Jonathan Rhys Meyers bulunan Tudors dizisini izlerseniz yaşananları, tabii ki ekrana taşınan haliyle, anlayabilirsiniz. Güzel bir dizidir aynı zamanda.

http://www.imdb.com/title/tt0758790/


         
8. Henry’nin beni en çok rahatsız eden davranışı ise, ünlü yazar ve devlet adamı Thomas More’u idam ettirmesidir. Kendisi “Ütopya” kitabının yazarıdır. Şahane bir kitaptır, zamanının çok ötesindedir. Herkesin okuması gereken bir kitaptır. Hakkında konuşmak benim haddime düşmez. O yüzden sadece “okuyun” diyebiliyorum. Özellikle İİBF öğrencileri ve mezunları.

            8.Henry’nin kızı 1.Elizabeth (1533 - 1603) döneminde, özellikle Elizabeth’in 1570 yılında Papa 5. Pius tarafından aforoz edilmesinden sonra katolik kilisesine uygulanan ağır baskının devamında 1604 yılında kilise İngiltere’de tamamen yasaklandı ve rahipler sınır dışı edildi. İşte bütün hikayenin en önemli noktası bu tarih.

            Guy Fawkes. Yeni neslin “V” olarak tanıdığı maskeye yüzünü veren kişi. 1570 yılında York mahkemesinde avukat olan Edward Fawkes ve eşi Edith’in ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. 8 yaşında iken babasını kaybetti, annesinin yaptığı ikinci evlilikle beraber Katolik oldu. Katolik okullarında aldığı eğitim süresince, ileride beraber ölümsüzleşeceği komplo arkadaşlarıyla tanışmaya başladı. 1591 yılında İspanya’ya gitti ve İspanya adına yeni kurulan Hollanda Cumhuriyetine karşı savaştı. İngiltere’ye döndü, İrlandalılar adına Hollandalılar ile savaştı. 1587 yılında İspanya’ya karşı savaşırken bir çok askeri ile taraf değiştirip İspanya tarafında savaşmaya başladı. 1603 yılında İspanya ordusunda yüzbaşı olması için tavsiye verildi. Guy, aynı yıl İngiltere’de Katolik devrim yapmak için İspanya’dan destek arayışına başladı.

           
1604 yılında Fawkes, Robert Catesby liderliğinde ki, amaçları protestan olan Kral 1.James’i (1566 - 1625) öldürüp, yerine Bohemia prensesi Elizabeth Stuart’ı (1596 - 1662) geçirmek isteyen Katolik bir gruba katıldı. Fawkes ve 12 yoldaşı, 1.James’in parlamentoyu açacağı 5 Kasım 1605 tarihinde parlamento binasını havaya uçurmak için çalışmaya başladı. Lordlar Kamarası altına 36 varil barut istifleyen komplocular, parlamentonun açılışından 1 gün önce yakalandılar.

            Yakalanmaları da biraz enteresan. Komploculardan bir tanesinin, bir yakınına 5 Kasım günü “Katolik kardeşlerinden kimsenin” parlamento yakınında olmaması için uyarıda bulunduğu bir mektup gönderiyor. İngiliz istihbaratının eline geçen bu mektup, ilk etapta ciddiye alınmasa da, 1 Kasım günü mektubu gören 1.James, belki de babası da bir patlamayla öldüğü için, konunun üstüne gidilmesini emrediyor. Ve, komplocuların “inine” yapılan ikinci baskında, suçüstü yapılmasıyla, Barut Komplosu sona eriyor.

            Evet, ikinci baskın. Komplonun erken dönemlerinde İngiliz İstihbaratı bir baskın daha yapmış, ancak suç unsuru oluşturacak bir şey bulamamışlardır. Peki bu baskınlar nereye yapılmıştı? Neredeydi bu komplocuların karargâhı? Lordlar Kamarasının sağ çaprazında, sokağın karşısında! Guy Fawkes, o sıralar isim olarak genellikle Guido Fawkes’ı kullanıyordu, 36 varil, 4500kg, barutu bu evin bodrum katında depolamış, “John Johnson” ismiyle Lordlar Kamarasının altında bulunan mahzende bekçi olarak çalışmaya başlamış ve barutu buraya istiflemeye başlamıştı.

            Aradan geçen 400 yıl içerisinde Fawkes, komplonun lideri Robert Catsby’nin önüne geçmiştir. Bunun birçok sebebi olabilir. Robert Catsby zengin bir aileden gelen biriydi. Ailesi ile beraber Katolik inancına bağlılığını korumuş, bunun sonucunda sosyal ve maddi olarak büyük kayıplara uğramış biriydi. Komplonun önemli kısmını sadece planlamamış, finansmanını da sağlamıştı. Bunun yanında Fawkes, pek gösterişli olmayan bir geçmişe sahip, dini için vatanına sırtını dönmüş bir paralı askerdi. Savaş yeteneği ve tecrübelerini İngiltere bayrağı için değil, Katolik inancı için kullanan biriydi. Fawkes’ın bu davranışları bile bazı kesimler tarafından vatana ihanet olarak yorumlanabilirken, onu halka “süper suçlu” olarak daha kolay olabileceğin için Catsby’nin önüne geçtiğini düşünebiliriz. Belki de Catsby’nin İngiliz askerleriyle girdiği silahlı çatışmada ölmesi Fawkes’ı öne çıkardı. Belki de, 4 Kasım günü mahzende 36 varil barutun yanında, cebinde kibritlerle yakalanmış olması.

            Sadece 4 komplocu sağ kurtulabildi. Bu komplocular Kralın emriyle Londra Kulesine götürülüp işkence edildi. Fawkes’a göre komplonun başarısız olması tanrının değil, şeytanın işiydi. Bu 4 komplocu da vatana ihanet iddiası ile yargılandı ve suçlu bulundu. Şubat 1606 tarihinde asılarak, gerilerek ve parçalanarak idam edildiler. 

           
Komplo ortaya çıktıkran sonra Londralıların bunu şenlik ateşleri (bonfire) ile kutlamaları sonucunda, parlamento 5 Kasım tarihini “Guy Fawkes Day” günü ilan etti.
            Bir zamanlar vatan haini olarak simgeleştirilen Guy Fawkes, zaman içerisinde devrimci bir kahramana dönüşmüştür. Bu değişimde ki en büyük adım, 1982 yılında yayınlanmaya başlayan “V for Vendetta” çizgi romanı olmuştur. Bu eserle beraber meşhur maskesine kavuşan Fawkes bir hainden çok, toplumu “zorla iyileştirmeye çalışan bir kahraman” haline gelmiştir. 

            Wikipedia’da ki bir makalede Harry Potter serisinde Dumbledore’un kuşu “Fawkes” ın isminin de Guy Fawkes’tan geldiğine dair bir ibare gördüm. Ancak bana pek mantıklı gelmedi. 

            1847 yılında Lancet gazetesi, gördüğü kırmızı Guy Fawkes maskesi yüzünden korkup ölen 2 yaşında bir çocuktan bahseden yazı yazmış mesela. 

            Tekrar V for Vendetta’ya dönüyorum. Çizgi romandan etkilenilerek hazırlanan maske ilk olarak, 4chan üzerinden organize olmaya başlayan, dünya çapında bir çok bilgisayar korsanının bir araya gelip, doğru olanı yapmak adına hiçbir kanunu tanımayan, ne kadar karmaşaya yol açacağını umursamadan hareket eden Anonymous’un simgesi olarak dikkat çekmeye başladı. Ve “barut” alevi gibi yayıldı…
           


Mona Lisa neden bu kadar değerli?



                
                Öncelikle bu yazı “Mona Lisa’nın Sırrı” gibi bir içeriğe sahip değildir. Böyle şeylerin peşinde koşan insanlar, bir noktadan sonra her yerde görmek istediklerini görmeye başlıyorlar. Ve bu biraz paranoyaklık. Ben bu yazıda nasıl oldu da bir resim 790 milyon dolar değere sahip oldu, onu anlatacağım.

                Mona Lisa hakkında bu güne kadar yazılmış onlarca makale, kitap var. 

                Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’ya 1503 veya 1504 yılında çizmeye başladığı tahmin ediliyor. Tablonun tamamlanma tarihi ise 1517. Yani, kimliği hakkında onlarca tahmin bulunan modelimizin 14 sene boyunca modellik yaptığını düşünebiliriz. Hayır, bu salaklık olur tabii ki. Leonardo, tabloyu “boyamaya” başlamadan önce eskizleri üzerinde çalışmıştır. En sonunda, tuval üzerine desenini çizdikten sonra, boyama kısmına geçmiştir. Etrafta dolaşan “Mona Lisa’nın Sırrı” başlıklı birçok yazının da dayanağını oluşturan kısım bu aşamadır. Bunların temelinde de 19.yy’da yaygınlaşmaya başlayan Sembolizm hareketidir. 

                Desen dendiği zaman, aklınıza halı deseni gelmesin. Aşağıdaki adresten resimde desen konusunda birçok örnek bulabilirsiniz (reklam falan almadım, kurs yöneticilerinin linki verdiğimden de haberleri yok)


                Keşke zamanında kendi çizdiğim desenleri saklasaymışım. Çok kötüydüler ama, yabancılara muhtaç olmazdım:)

                Kağıt üzerine “kompozisyon” yerleştirildikten sonra, desen kısmına geçilir. Ve bu kompozisyonun yerleşimi konusunda uyulması gereken bazı matematiksel kurallar vardır. Eğer bunlara uyulmaz ise göz, resimde “hoşuna gitmeyen, ters bir şeyler” sezer. 

                Kısacası Mona Lisa bir tablo haline gelmeden önce bir eskiz, sonra bir desen haline gelmiştir.Sonrasında da büyük bir emekle bugün Louvre müzesinde sergilenen eser haline gelmiştir.

Mutlu son.


               
















                                                                       Siz öyle sanın.

                Mona Lisa’nın bu kadar ünlü bir sanat eseri olmasını sağlayan sebeplerin arasında, onun bir dâhinin eseri olması alt sıralarda yer alıyor. Mona Lisa’nın ünlü olmasını sağlayan şey, onun bin bir türlü felaketten, birçok yara alsa da, sağ çıkması. Başına bu kadar olay gelmesinden dolayı, üstüne bu kadar çok yazı, makale yazılmıştır. Bunların önemli bir kısmı ise, eseri kullanarak kendi ismini duyurmak isteten kişiler tarafından yazılmıştır (lütfen beni dava etmeyin). 14 senede çizilen bir tabloda yer alanan kadının sağlık ve ruh durumu hakkında makale yazmanın başka bir anlamı olmamalı.

                Mona Lisa’nın macerası 1513 yılında Giuliano de Medici ile başlıyor. 1518 yılında ise Fransa Kralı 1.Francis’e satılıyor. 16.Louis Fontaineblau sarayından Versay Sarayına taşınınca, Mona Lisa’da kendisine yeni bir duvar bulmak için yola çıkıyor. Fransız Devrimi sırasında hasar görmeyen eser, şimdiki evi olan Louvre müzesine teslim edilse de, Napolyon iktidara gelince kendi odasına asılması için Tuileries Sarayına taşıttırıyor.

                1870-1871 yıllarında Fransa – Prusya, eski Almanya Savaşı sırasında bir çok değerli eserle beraber Brest Arsenal isimli askeri bölgede korunmaya alındı.

               
Fransızcam yok ama, tablo ile ilgili bir haber işte.
Tabloya sansasyonel ününü kazandıran olay ise 1911 yılında 30 yaşında, Paris’te yaşayan İtalyan milliyetçisi Vincenzo Peruggia tarafından Louvre Müzesinden çalınması. Vincenzo Peruggia, öğlen vakti geldiği müzede resmi duvardan alıp, tuvalette çerçevesinden ayırmış, çeketinin içine koyduğu resimle beraber ön kapıda yakalanmaktan korkup, bodrum katına inmiştir. Çıkış için gözüne kestirdiği kapının kilidini yanlışlıkla bozan Vincenzo panikten bayılacak haldeyken, gelen bir müze görevlisi hiç şüphelenmeden kapıyı onarmış, hırsızımız güvenliğe uçmuştur. Resmin çalındığı ertesi gün, resmin replikasını yapan ressam Louis Béroud tarafından farkedilmiş ve güvenlik görevlilerine haber verilmiştir. Resmin çalındığını çok geç anlaşılmasının sebebi ise, müze görevlilerinin resimleri plansız ve güvenlik görevlilerine haber vermeden fotoğraf çekimi, bakım ve diğer işlemler için alıyor olması. Çok profesyonelce. Hırsızlığın ardından Louvre soruşturma sebebiyle 1 hafta ziyarete kapatıldı.

                Vincenzo’nun şansı bununla da bitmiyor. Fransız polisinin modern suç araştırmanın ilk örneklerinden olan soruşturması sırasında, en büyük şüphelilerden biri Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso(kopyala yapıştır yaptım). Kısaca ünlü ressam Picasso. Fransız polisi ,aynı tarihlerde Paris’te yaşayan Picasso’nun, kıskançlıktan dolayı tabloyu çaldığından şüpheleniyordu. Bu konu üzerine yazılmış bir sürü yazı, kitap bulabilirsiniz. Mona Lisa çalınmadan önce de çok ünlü bir sanat eseriydi. Ancak, hırsızlıktan sonra resmen bir çılgınlık haline geldi. İçlerinde Vincenzo’nun da buluğu birçok İtalyan Mona Lisa’nın İtalya’ya iade edilmesi gerektiğini düşünüyordu. 

               
Vincenzo Mona Lisa’yı 2 sene sandığında sakladıktan sonra, İtalya’ya dönmeye karar verir. İki sene içerisinde polis tabloyu artık bulamayacağını düşünmeye başlamış, bazı gazeteler arada sırada yeni zenginleşen Amerikalıların Fransız kültürüne bu şekilde saldırıp yaralamaya çalıştığını yazdılar. Vincenzo’nun aklında olan ise, artık Mona Lisa’yı paraya çevirmekti. Bu amaçla Floransa’da sanat galerisi işleten Alfredo Geri ile iletişime geçti. Vincenzo’nun yapmak istediği aslında resmi bir zengine veya müzeye satmak değil, ülkesine tekrar kazandırdığı için ödül almaktı. Alfredo Geri, resmin orijinal olup olmadığını teyit ettirmek için Uffzi Müzesi Direktörü Giovanni Poggi ile iletişime geçti. Poggi, resmi “kendi korumasına” aldıktan sonra Vincenzo tutuklandı ve cezaevine konuldu. Resim bir süre İtalya’da sergilendikten sonra 1914 içerisinde tekrar Louvre’a döndü. Tablonun dönüşü, basında  çalınması kadar yer buldu.
Vincenzo diyip durdum ama, tam ismini yazmaya üşendim

                Vincenzo, İtalyan mahkemelerinin “kıyağı” ile 6 ay hapiste kaldıktan sonra salındı. 1. Dünya Savaşında İtalyan ordusunda savaştı. Savaştan sonra ismini Pietro Peruggia olarak değiştirip Paris’te boyacılık yapmaya devam etti. 8 Ekim 1925 tarihinde hayatını kaybetti. Ölümü hiçbir gazetede yer almadı. 

                1956 yılında üstüne asit ve taş atılan Mona Lisa 1974 yılında kurşun geçirmez cam ile koruma altına alındı. Aynı yıl bir kadın Mona Lisa’yı sprey boya ile kırmızıya boyamaya çalıştı. 2009 yılında ise Fransız vatandaşlığı başvurusu reddedilen bir Rus kadın, tablonun Tokyo’da sergilendiği sırada seramik bardakla saldırdı. Kurşun geçirmez cam iki saldırıda da tabloya zarar gelmesini engelledi. Tablo 1962 yılında 100 milyon dolar bedeliyle sigortalandı. Görmek isteyenler Leonardo Da Vinci’nin çizdiği ikinci Mona Lisa’yı Paris’te ki Louvre müzesinde ziyaret edebilirler. Evet, ikinci.

                Pek paylaşılan bir bilgi olmasa da, iki adet Mona Lisa tablosu vardır. Evet, bundan sonra biraz da ben spekülasyonlara katılıyorum.  İsleworth Mona Lisa olarak anılan ilk Mona Lisa, 1913 yılında ortaya çıkmıştır. 2012 yılında Mona Lisa Vakfı tarafından geniş çevrelere duyurulmuştur. Şu an özel koleksiyonda olup, sergilenmesi yapılmamaktadır. Resmin, ikinci Mona Lisa gibi resmi kaydının bulunmaması, bunun yanında hep özel koleksiyonlarda yer alması tarihi araştırmayı çok zorlaştıran bir etken. Fakat, sanat uzmanlarının yaptıkları incelemelerde, tablonun Leonardo’nun olduğu konusunda genel bir konsensusa varılmıştır.
Soldaki II Mona Lisa, sağda ki I Mona Lisa ve ya İsleworth Mona Lisa.

            Leonardo Da Vinci gibi yaratıcılık konusunda zamanının çok ötesinde, insan kapasitesinin sınırlarını zorlayan birinin ölümüne yakın “hiçbir çalışmasını bitirmemekten” yakınması ise, “çalışkan olan” bir çok insana örnek olmalı.